TEDİRGİN AİLELERE UZMANINDAN TAVSİYELER

Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Koç, Covid-19 salgını gölgesinde okul öncesi eğitim ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin okula başlaması ve ailelerin davranışları konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

TEDİRGİN AİLELERE UZMANINDAN TAVSİYELER

Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Koç, Covid-19 salgını gölgesinde okul öncesi eğitim ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin okula başlaması ve ailelerin davranışları konusunda önemli açıklamalarda bulundu.

22 Eylül 2020 Salı 13:16
TEDİRGİN AİLELERE UZMANINDAN TAVSİYELER

Okul öncesi eğitimin ilkokul eğitimi için, bilişsel, duygusal, sosyal, psikolojik ve davranışsal olarak hazır bulunuşluk anlamına geldiğini belirterek açıklamalarına başlayan Prof. Dr. Mustafa Koç, bilişsel gelişimin, denge, dengesizlik ve tekrar denge şeklinde ilerleyen bir süreç olduğunu ve bu sürecin çocuklarda daha hızlı ilerlediğini ifade etti.

Bu denge, dengesizlik ve tekrar bir dengeye ulaşma durumunun bilişsel yapı olarak adlandırılabilecek şemaların oluşması ile sonuçlandığını söyleyen Prof. Dr. Mustafa Koç, şema ya da bilişsel yapıların, bireyin hangi uyarıcıya nasıl tepki vereceğini belirlediğini, bu bağlamda çocuğun etkileşimde olduğu insanların benzer durumlara, benzer tepki vermelerinin bilişsel yapıların oluşmasında son derece önemli olduğunu vurguladı.

“Çocuğun İçinde Bulunduğu Düşünme Dönemine Uygun Kavramlar Kullanılmalı”

Yukarıda bahsedilen döngünün nasıl sonuçlanacağını belirleyen temel hususun, çocuğun etkileşimde olduğu kişilerin davranışlarındaki tutarlılık olduğuna dikkat çeken Koç, “Örneğin çocuk annesine neden maske taktıklarını sorar ve anne bu soruya ‘virüs bulaşmasın’ diye’ cevap verirse, çocuğun oluşturacağı bilişsel yapının adı ‘belirsizlik’ olur. Bu belirsizlik şeması, onu olabildiğince kaygılandırır, kaygıdan bir an önce kurtulmak isteyecek olan çocuk, babasına koşacak ve aynı soruyu yani neden maske taktıklarını soracak, baba da bu soruya ‘hasta olmamak için’ diye cevap verirse, çocuğun oluşturacağı şemayı ancak tahmin edebiliriz. Bu süreçte, çocuğun davranışlarını gözlemlediğimizde; çocuk yemek için bile maskeyi çıkarmamaya, uyku uyurken bile maske takmaya ve evden çıkamamaya başladığında oluşan şemayı öğrenebiliriz. Böyle bir yaşantı içine girildiğinde ebeveyn eğer, çocuğun içinde bulunduğu düşünme dönemine uygun kavramlar kullanarak açıklamayı seçseydi, çocuğun maske ile ilgili şeması onun doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde davranmasına neden olacak şekilde oluşurdu.” ifadelerini kullandı.

Çocukların Akademik ve Sosyal Hayatını Şekillendiren Üç Soru

Okul öncesi dönemin, çocuğu gelecek akademik ve sosyal yaşama hazırlamak için birçok fırsatı içinde barındıran bir zaman dilimi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Mustafa Koç, ilkokul dönemi başlayıncaya kadar çocuğun kendine üç soru sorduğunu ve bu üç soruya verdiği cevaplara göre akademik ve sosyal yaşamının şekillendiğini sözlerine ekledi.

“Güvende miyim?”

Bu sorulardan birincisinin, “Güvende miyim?” sorusu olduğuna işaret eden Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi, “Çocuk,  bu sorunun cevabını bir yaşına kadar almaya çalışır. Bu sorunun cevabının ‘evet’ olması; çocuğa bakım verenin tek kişi olması, bu kişinin anne olması, bakım verenin kendi içinde tutarlı olması ve bakım verilen yerin de tutarlı olmasına bağlıdır. Bakım verenler farklılaşır, bakım veren tutarsız davranır ve bakım verilen yer sürekli değişir ise çocuk ya tepkisel bağlanmaya ya da sınırsız toplumsal katılım bozukluğuna sahip olur.  Bu dönemde çocuğun psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları dengeli, düzenli ve tutarlı karşılanırsa, çocuk ‘ben güvendeyim, dünya güvenli bir yer’ diye bir şema oluşturuyor. Bu şema, onun daha sonra kazanacağı bütün gelişimsel özelliklerin bir anlamda temelini oluşturur.” şeklinde konuştu.

“Sevilesi biri miyim?”

Çocuğun ilkokula başlayıncaya kadar kendine soracağı ikinci sorunun, “Sevilesi biri miyim?” olduğunu belirten Koç, “Aslında bu soruyu sorma nedeni, ayrılma ve bireyselleşme ikilemi içinde olmasıdır. Yürümeye başlayan çocuk, güvenli kaynağından ayrılmanın heyecanı ve isteği ile birlikte, güvenli kaynaktan uzaklaşmanın kaygısını ve tekrar döndüğünde kabul edilememe korkusu içindedir. Bu dönemde bakım veren, bu döngüye yani ayrılma ve bireyselleşme döngüsüne destek verirse, çocuğun ayrılma ve bireyselleşme sürecinin başında yaşadığı korkunun yerini umut duygusu alır. Umut duygusu, çocuğa kontrol düşüncesi verir, bu düşünceye de bağımsızlık duygusu eşlik eder.  Bu dönemde yaşanan bu kontrol duygusu, çocuğu yetişkin yaşamda kendini taşıma, kendine yetme ve kendini yönetme becerilerinin de temelini oluşturur. Bu becerilere sahip olan biri, kendini yönetmenin aslında dünyayı yönetmek olduğunu fark ettiğinde, sahip olduğu bütün potansiyeli etkin ve işlevsel kullanmak anlamına gelen kendini gerçekleştirme sürecinde olduğunun bilinmesi gerekir.” diyerek sözlerine devam etti.

“Başarabilir miyim?”

Çocuğun ilkokula başlayıncaya kadar kendine soracağı üçüncü sorunun ise “Başarabilir miyim?” sorusu olduğunu dillendiren Prof. Dr. Koç,  okul öncesi dönemi de içine alan bu süreci, girişkenliğin arttığı bir zaman dilimi şeklinde nitelendirdi. Bir işi başlatma, sürdürme ve sonlandırma isteği olarak da adlandırılacak olan bu döngünün; bakım verenler tarafından desteklenirse çocuğun girişimcilik özelliğine sahip olacağının, engellenirse suçluluk duygusu yaşamasına neden olabileceğinin altını çizdi.

“Yaptıklarından Dolayı Suçlanan Çocukların Kendi Sorumluluğunu Alması Neredeyse İmkânsızdır”

Prof. Dr. Mustafa Koç, “Çocuğun ilgisini çeken ve başarabileceği etkinlikleri başlatması, sürdürmesi, sonuçlandırması ve sonuçlarını kendisi ile ilişkilendirmesi onun, yaşamın her aşamasında ihtiyaç duyacağı kendi sorumluluğunu alma becerisini kazanmasına katkı sağlayacaktır. Kendi sorumluluğunu alabilmek, özgür hissetmenin özüdür. Eğer çocuk, bu dönemde bir işi başlatma, sürdürme ve sonlandırmada sürekli engellenir, bu sürece izin verildiğinde ise sonuç sürekli eleştirilir ve çocuk suçlanırsa, gelişecek olan duyu, suçluluk duygusudur. Yaptıklarından dolayı suçlanan çocukların kendi sorumluluğunu alması neredeyse imkansızdır. Sürekli başkaları tarafında suçlanarak büyüyen bir çocuğun, artık onu suçlayacak kimseye ihtiyacı yoktur. Çünkü bunu kendi kendisine yapmaktadır. Kendini suçlamanın sonuçları, kolayca ertelemek ve sonrasında vazgeçmektir. Tersine çevirirsek, sürekli erteleyen ve sonrasında kolayca vazgeçen çocukların kendini suçladıklarını anlamak mümkündür. Böyle bir durumda çocuktan sürekli yapmak zorunda olduğu şeyleri istemeden önce yapılması gereken şey, onun kendisini suçlamaktan kurtarmaktır.”

“Kendini Suçlamayı Öğrenen Çocuklar, Başarısızlığı Umursamaz Gibi Görünür”

Çocuklarda bir şeyi yapıp suçlanmanın yerine, hiçbir şey yapmamanın daha işlevsel hale geldiğine işaret eden Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi, “Kendini suçlamayı öğrenen çocuklar, başarısızlığı umursamaz gibi görünür, bu çok yanlış bir bakış açısıdır. Normal ruh sağlığı yerinde olan hiçbir çocuk için başarısızlık kolay kabul edilecek bir durum değildir. Peki, bu çocuklar kabullenilmesi oldukça zor olan başarısızlığa nasıl katlanıyorlar? Çocuk bu durumu kendine şöyle açıklıyor ‘Evet ben başarısızım fakat ders dinlemediğim, ders çalışmadığım ve ödevlerimi yapmadığım için başarısızım. Eğer bunları yaparsam ben de başarılı olurum’ der, fakat yapmaz. Neden? Çünkü onun en büyük kaygısı, ya bunları yapar fakat yine başarısız olursam bundan sonra başarısızlığı nasıl açıklayabilirim? düşüncesidir. Bir anlamda farkında olmadan herkesin, çocuğa sürekli talimat ve telkinlerle çalışmasını, ders dinlemesini ve ödev yapmasını ısrarla hatta kızarak söylemesi, onun elindeki tek sığınağı da almaya çalışmaktan başka bir şey değildir.” dedi.

Çocukların ilkokula bu üç soruya “evet” diyerek başlamasının sonuçlarına değinerek açıklamasını sonlandıran Prof. Dr. Mustafa Koç, “Çocuk, ilkokula başlayıncaya kadar bu üç soruya evet diyerek gelmişse, bu çocukta güven, bağımsızlık ve girişimcilik duyguları oluşmuş demektir. Bu çocuğun ilkokul döneminde kazanacağı, çalışkanlık duygusudur. Çalışkanlık duygusu, çocuğun sorumluluklarının farkında olması, onları kabullenmesi, zaman ve enerjisini bu sorumlulukları yerine getirmek için etkin ve verimli kullanabilme becerisidir. Bu beceri sayesinde çocuk kendini tanımaya başlar. Çalışkanlık aynı zamanda, çocuğun neyi başarabildiğini, neyi başaramadığını ve bütün bunların nedenlerini fark etme ve kabullenmeyi de içermektedir. Çalışkanlık becerisi çocuğun doğru akademik ve sosyal gelişimsel deneyimlerle yaşamasının ön koşuludur.  Çalışkanlık, çocuğun ilgi ve yeteneklerini fark etmesini, tanımasını ve geliştirmesini destekleyen önemli bir faktördür. Çocukların ilkokula bu üç soruya “hayır” diyerek başlamasının sonuçlarını ise ilerleyen günlerde değerlendireceğim.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Son Güncelleme: 22.09.2020 15:14
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner86

banner84